Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor Pupa Yayınları ücretsiz

  • Ev
  • // Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor Pupa Yayınları ücretsiz

Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor Pupa Yayınları ücretsiz

Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor Pupa Yayınları ücretsiz tam sürüm

Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor Roman, Zehra’nın Korkut’a rastlayana kadar farkına varmadığı kendi ısızlığına giden mücadeleli yolun ve bu yolda her daim önünü tıkayan geçmişiyle yüzleşmesinin hikâyesi. Zehra yalnız çıktığı bir deniz kenarı yürüyüşünden Korkut’la birlikte döner. Bu karşılaşma; kadının, erkeğin ikliminden etkilenmesi midir yalnızca? Zehra önceleri öyle sanır ancak adamın karanlığı içini ürpertmeye başladığında dönüp kendi içine bakmak zorunda kalır ve her bakış onu geriye doğru akan bir nehirde yüzmeye iter. Bir yapboz gibi önüne serilmeye hazırlanan geçmiş, her bir parçada canını acıtır; en çok da yedi yaşında bir kız çocuğu olarak Sultanahmet’in paket taşlı yokuşlarından aşağı koşarken oyunların sonsuz coşkusunu bıçak gibi kesiveren o talihsiz gün! Hayriyem Zeynep Altan, ilk romanında olduğu gibi burada da kadın dünyasının gizemlerini aralıyor. Aşk, ilişkiler, cinselik, kader ve haset temaları üzerinden hayatın her an ısızlaşmaya muktedir yanlarını bu kez yalın ama şirsel bir dile anlatıyor. “Onlarcası içinden oldukça büyük, siyah çerçeveli bir resim anımsıyorum. Salonun sağ duvarında asılıydı ve her geldiğimde bakardım: Çıplak bir kadın beli belirsiz bir şeyin üzerinde oturuyor. Güzel bir yüzü, uzun siyah saçları var. Dikatle süzüyorum onu. Uzun boynunu, omuzlarını, elerini, memelerini, ince belini, karnını, bitişik uzun bacakları arasında kalan o bölgeyi ve ayaklarını inceliyorum. Çıplaklıkla ilgili olumsuz bilgime rağmen kadının kendinden hoşnutluğunu, huzurlu bütünlüğünü beğeniyorum. Büyüdüğümde bedenimin böyle güzel olmasını istiyorum. Aslında sadece güzelik değil beni cezbeden, kadın olmayı merak ediyorum. Bir kadını böyle içine kapatan, güzel şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum.” Kitaptan Alıntı: Kapı Hayat, aranıza hiçbir koşul koymadan, yürek feryadıyla soru sorduğunuzda sizi mutlaka yanıtlıyor. Ama ilk kez yanıtın kendisi oluyorum. Bir başkasının sözü benim hakikatim oluyor. Nasıl mı? Anlatayım: Tanıştığımda cidiyetinden deyim yerindeyse tırstığım, savunma duvarlarına toslayarak az biraz alnımı morartığım ama anlayamadığım biçimde uzun zamandır gitmeyi sürdürdüğüm makyöz Esin Hanım, bir gün sesizliğini alışılmadık biçimde bir gülümsemeyle bozup “Sizi her zamankinden duru gördüm,” dedi ve ekledi; “Ama içinizdeki telaşı hisedebiliyorum, yorgunluğu. Bırakın kendinizi!” Kaşlarımı tek tek çekerken masal anlatır gibi konuşmaya başlamıştı. Gözlerim kapalı, kulağımı sesine dayadım: “Bir gün bir grup arkadaş, kendini bulmakla ilgili bir seminere katılmak üzere doğa harikası bir yere geldik. Konuşmalar yapıldı, sorular soruldu. ‘Hadi,’ dedi seminer başkanı; ‘serbest zaman, istediğinizi yapın, kendinizi bulun,’ Kimi kitabını açtı, okudu. Kimi sohbete daldı. Ben ne yapacağımı bilemedim. Zihnimde ‘kendimi nasıl bulurum?’ sorusu dönüp duruyor. Yürüdüm aşağıya doğru. Bir ırmağın kıyısına geldim. Oturdum. Bakıyorum öylesine. Akan suyu dinliyorum, izliyorum. Derken bir peygamber böceği ilişti gözüme. Yemyeşil bedenindeki iri bacaklarını gördüm önce. Akıntının tersine gitmeye çabalıyordu. Bacaklarıyla itiyordu suyu. Döne döne uçup biraz ilerliyor sonra akıntıyla geri düşüyordu. Her defasında nehrin gücüne karşı onun direnci. Dakikalarca onu izledim büyüye tutulmuş gibi. Sonra bir anda hareket etmeyi bıraktı. Kızılımsı bir yaprakla buluşup onun üzerinde ırmağın hızıyla kayıp giti. Dakikalar sandım ama satler geçmiş.” Kocaman beyaz bir peçeteyi yüzüme doğru uzatığında, gözyaşlarına boğulduğumu fark edip şaşırdım. İşte bir kapı! Aneanem; “Bir kadın ağladığında bir kapı aralanır,” derdi. Hikâye burada başlıyor. Aralık bu kapıdan adımımı atar atmaz. Evet, bir peygamber böceği oldum. Çoğu zaman bir prenses. Bazen Zehra. Bazen bir gelincik. Bazen bir Çınar ağacı. Bazen yalnızca küçük bir kız. Çoğu zaman bir prenses. Karşılaşma Bugün anladım, ben bir “ısız adam”la tanışmışım. Hem de en ısızından. Filmdeki Alper karakterinin hiç olmazsa duygusal incelik göstergesi sayılabilecek jestleri vardı: 45’liklere merakı, karşı konulması zor bir ısrar ve elbete bir erkeği bir kadının gözünde cazip bir noktaya taşıyan aşçılık maharetleri! Benim 1.93’lük kahramanım ise ikinci buluşmamızda nezaket kuralarını delmeye ve söz etiği kadınları betimlemek için onca sözcük arasından “karı”yı kulanmaya başladı. Üstelik benimle buluşmak için beni aradığında bir kafede oturmuş, çay içiyordu. Evden çıkmadan önce aramak yerine muhtemelen canının sıkıldığı bir zaman diliminde telefona uzanıyordu eli. Aman canım, bu kadar da ince eleyip sık dokunmaz ki demeyin. Dokuyorum işte elimde değil! Beni çağırdığında çok heyecanlandım; onu ilk kez gündüz gözüyle görecektim. İki hafta önceki tanışmamızdan hafızamda kalan, ona dair imge epey silikti: Yüksek enerjili bir gülümseyiş ve Amerikan kovboylarına özgü bir heybet dışında gözümün önünde hiçbir şey yoktu. Ha bir de tanışmamızın biçimi var: Bu, bir film karesi olsaydı gayet romantik sayılabilecek bir yağmurda yürüme faslı! İşte beni bir anda gündelik yaşamın dışına atan ve o akşamın gecesi onu düşüncelerimin nesnesi yapan bunlardı sanırım. Uyumak için denediğim bütün çarelere rağmen uyuyamamıştım. Bu uykusuzluğun nedenine bugünkü izlenimlerimin ışığında yeniden bakmak ve orada yeni bir şey görmek mümkün: O eşsiz gülümseme ısız bir adama ait ve ben bunu, içimdeki gölgeli yanımın daha o ilk anda bildiğini, şimdi kavrıyorum. Uykusuz kaldım çünkü bir iç çatışması beni ansızın yakalamıştı. Uzun zamandır boş kalan yüreğime küçük bir kıpırtı gelmişti, bu iyiydi ancak bu erkek ciden güvenilmezdi ve bu kötüydü. Onu bugün güneşin çıplak ışınları altında gördüğüm ilk anda, çok derinlerde bir yerde cılız bir sezgi kırıntısı içinde, olumsuz bir şey hisetim: Benim geldiğimi görmeden yani poz kesmezden önceki beden dili pervasızdı. Hata o saniyeler içinde gördüğüm bundan daha fazlasıydı; kara gözlüğünün arkasında bir kıvılcım gibi yanıp sönen deneyimli bir avcının yüzü! Benimkilerle karşılaştıklarında bu gözlerde ne değişti göremedim. Bir süre sonra kendimi onunla karşılıklı sohbet ederken ve çay içerken buldum. Bir anda sözünü kestim ve “Lütfen gözlüğünü çıkar,” dedim. Daha önce onda bulduğum güzel şeyi yeniden bulmak için gözlerine baktım. Kahverengi değilerdi, elaydılar ve bir sürü küçük nokta vardı içlerinde. Onu işitiyordum ve söylediklerini anlamlandırabiliyordum ancak garip biçimde eş zamanlı olarak varlığını sesizliğin içine oturtmuş her yöresine bakıyordum. Zamanın akışını durdurmuştum. Ondan yayılan enerjinin etraftaki gürültüyle dağılıp gitmesini bir süreliğine engeleyebilmiştim. Bunu nasıl yaptığımı bilmiyorum. Bir kadın bir sevgili adayından, yüreği sonsuzluğa dokunan bir eş çıkar mı diye, neredeyse iğne deliğinden baktığında böyle sıra dışı yetenekler doğurabiliyordu demek! Ben tam da böyle söylemişken bir başka erkeğin tüm erkeklerin sözcülüğünü yaparcasına Korkut’a “Hemen oradan uzaklaş, arkadaş,” dediğini duyar gibiyim. Erkekler. Zihninde evlenme kararı almış ve bu kararlılığın gözüyle etrafına bakan bir kadın gibi tehlikelisi yok onlar için. Dahası böyle bir kadının deli olduğunu bile düşünüyorlar. Nitekim Kor­kut’un ikide birde “Evlenmeye hevesli kadınlar şöyle şöyledir,” diye başlayan cümlelerinin yine “E bu karı hak ediyor bu hakareti,” diye devam eden cümlelere dönüştüğü sohbetimizde, tanışmanın büyüsü azalıyordu. Olması gereken de buydu. Bir büyülenme üzerine şir yazılabilirdi, yatağa uzanılıp hayaler kurulabilirdi, boş kalp bu kadarıyla bile ısıtılabilirdi ancak bunun üzerine bir ilişki inşa edilemezdi. Özelikle benim yapmamam gereken şey, karşı tarafı süslemekti. Alah’tan bu adama âşık değildim. Öyle olsaydım, ondan bana doğru gelen tüm bilgi kanalarını zihnimdeki büyülenmeyle tıkar ve çok sonra hayal kırıklığı ile biten sevdama perişan bir kalple baka kalırdım ki ben bunu yılar önce yaşamıştım! Neden acaba en çok da “aldatma” üzerine konuştuk? “Şimdilerde ne okuyorsun? Ha o filme mi gitin? Son ilişkimde bu filmdekine benzer bir şey yaşamıştım, ya sen?” gibi sorular bir bakmışsın şu cümleye geçit vermiş: “Erkek aldatır, aldatmıyorum diyorsa yalancıdır!”  

Yazar:

Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor ücretsiz online oku ve dinle

  • Yazar:
  • Yayımcı:
  • Yayın tarihi:
  • kapak:
  • Dil:
  • ISBN-10:
  • ISBN-13:
  • boyutlar: Normal Boy
  • Ağırlık:
  • Ciltli:
  • Dizi:
  • sınıf:
  • Yaş:
  • Yazar:
  • Fiyat: 13,00 TL

Kitap eleştirileri

Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor

Kitap başlığı

Boyut

bağlantı

Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor okumak itibaren EasyFiles

5.3 mb. indir kitap

Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor indir itibaren OpenShare

3.4 mb. indir ücretsiz

Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor indir itibaren WeUpload

5.4 mb. okumak kitap

Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor indir itibaren LiquidFile

4.1 mb. indir

Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor ücretsiz online oku ve dinle

Kitap başlığı

Boyut

bağlantı

Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor okumak içinde djvu

4.6 mb. indir DjVu

Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor indir içinde pdf

4.9 mb. indir pdf

Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor indir içinde odf

4.3 mb. indir ODF

Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor indir içinde epub

4.2 mb. indir ePub

İlgili kitaplar

Yazar : Pupa Yayınları

Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor Roman, Zehra’nın Korkut’a rastlayana kadar farkına varmadığı kendi ısızlığına giden mücadeleli yolun ve bu yolda her daim önünü tıkayan geçmişiyle yüzleşmesinin hikâyesi. Zehra yaln...

Yazar : Pupa Yayınları

Ardında Leke Bırakmamalı Sevgi "Tersanede can veren işçileri göz önüne getirerek, Clive Bel'in şu sözüne de kulak vermeliyiz: 'Güçsüzün ölmesine engel olmayıp, güçlünün haklı olduğunu kabul etikçe gerçek anlamda uyg...

Yazar : Pupa Yayınları

BLW sayesinde şu an 2 yaşında olan kızımın acıktığı zaman "ane ben ne yiyeceğim" cümlesi var ki en güzeli bu bence. Başta kendi yiyor olmanın verdiği özgüven var. Damak zevki, insanların o yerken hayran hayran bakmas...

Yazar : Pupa Yayınları

Michael Jackson Gerçek Hikaye-Dieter Wiesner   Michael Jackson Gerçek Hikaye - Dieter Wiesner 25 Haziran 209’da tüm dünya sustu: Michael Jackson, tüm zamanların en büyük Popstar’ı, ölmüştü. Ölümünden bu yana hayranla...